⛸️ Ataol Behramoğlu En Kısa Şiiri
Sevgililergünü kısa şiirler genellikle hediye hazırlıkları içerisinde tercih edilmekte olan şiirlerdir. Özel günün anlamına yönelik olarak yazılmakta olup şu şekilde önerilmektedir: Ataol Behramoğlu şiiri de en çok tercih edilen şiirler arasında yer almakta olup şu şekildedir: “Canımın yongası, sevdiğim,
YaşadıklarımdanÖğrendiğim Bir Şey Var - Ataol Behramoğlu Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
AtaolBehramoğlu: Amcam Şair Ben Şair 19.04.2020 - 00:06 Güncelleme: 19.04.2020 - 00:16 'Korona Günlerinde Şiir'in konuğu Ataol Behramoğlu, 9 farklı türde kitap yazarak edebiyatta
Çocuklariçin 1920 Dersleri : 23 Nisan 1920'nin 100.Yılında Ulus olarak en büyük eksiğimizin bilgisizlik olduğunu düşünüyorum. : Biz böyle değildik ama giderek . Çocuklar için 1920 Dersleri : 23 Nisan 1920'nin 100.Yılında Ulus olarak en büyük eksiğimizin bilgisizlik olduğunu düşünüyorum. Ataol Behramoğlu
AtaolBehramoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Ataol Behramoğlu Yarım Yüzyıldan Şiirler Mayıs 1983. En iyisi beklemek Görevimdir Gerçeği söylemek Fakat şimdilik Neme gerek Ataol Behramoğlu. Yarım Yüzyıldan Şiirler. 1983. Gönderen Aydın Güle
konuşmagibi doğal ve yalın şiirinin özüne hem toplumsal, hem kişisel dram nitelikli, emekçi insan, onun ekmek, mutluluk ve özgürlük kavgası temasını ve kişisel olgularıyla, en yüce insancıl ve toplumsal ideallerini yoğun ve Şairin tüm şiirlerinde emekçiye, adalete, güzel
ATAOLBEHRAMOĞLU’NDAN BİR ÖRNEK Arş. Gör. Oğuz ÖCAL∗ ÖZ: Bu yazıda, öncelikle bir metin çözümleme yöntemi olarak sunulan ontolojik estetik kısaca tanıtılacak, sözü edilen teorinin ışığında Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” başlıklı şiiri tahlil edilmeye çalışılacaktır.
lhvQz6r. DÖRTLÜKLER Cellat uyandı yatağında bir gece "Tanrım" dedi "Bu ne zor bilmece Öldürdükçe çoğalıyor adamlar Ben tükenmekteyim öldürdükçe..." 1974 Yıllanmış bir ağaç gibi köklü, gür Yalan hiç yıkılmayacakmış gibi görünür Hükmü verilmiştir oysa Yıkılacak. Çürümüştür. 1972 Eskidenmiş sabredip murada ermek Şeyhin kerametini bekleyerek Öyle zamanlar yaşamaktayız ki dostum Erdemdir bazen, sabretmemek... 1974 Elinde ne piyon kaldı, ne vezir, ne kale Düştü birbiri ardına atlar, filler Ama şah hâlâ direnmekte Yeni taşlar bulundu çünkü Köpekler... 1972 Burjuvalar kocaman duvarlarla Çevirmişler avlularını Ama bir kiraz ağacı gördüm geçen gün Dışarı uzatmıştı en çiçekli dalını 1972 Dilencilerin akordeonları Bir romantizm katıyor Avrupalı'nın hayatına Bu bana klâsik müzik dinlemesini anımsattı Nazilerin, toplu imhalar sırasında... 1972 Dostları özlemle kucaklamayı unutma Çocuk sevmeyi çiçek koklamayı unutma En zorlu anındayken bile kavganın Gökyüzüne bakmayı unutma 1972 -Nedim Tarhan'a- Bir arkadaşımı dinledim yurdunu savunurken, İnanç ve güç doluydu - şaşkın yüzler sarkmıştı kürsüden; "Bizler yarının insanlarıyız" diye düşündüm, "Onlar ise ölüdür, şimdiden..." 1983 Her an bir çarpıntıyı yaşamaktayım Her an çılgın bir heves dağlıyor kalbimi Tanrım, ben mi hayatı aşmaktayım Yoksa hayat mı aşmakta beni... 1972 Hayale, düşe, doğa ötesine karnım tok Cine, periye, tanrıya, iblise karnım tok Adam gibi yaşadım şu dünyada diyebilsem bir gün Gerisine karnım tok 1974 Odan, kitapların duvarda resimler Bahardır, bir kuş şarkısını söyler Sanırsın böylece sürüp gidecek bu Nasıl öyle sandıysa senden öncekiler 1974 Ölüm düşüncesinden Ürküntü duymazdım belki İki tarih arasına sıkışmak Onurumu incitmeseydi... 1976 Gök sanki eriyecek mavilikten Çimenler uykulu ve sıcak Bir kadın geçiyor Çıplak ayaklarını kalbime basarak 1972 Durdum baktım arkandan sen giderken Bana bir hoşça kal bile demeden giderken İnsan neler duyar anladım o zaman Can alıp başını benden giderken 1974 Sevdiğim Sonsuzca yitirdiğim ender çiçek Geri kalan yılları ömrümün Seni anımsamama yetmeyecek 1976 Ataol BEHRAMOĞLU
Güzel sözler kategorimizde şimdi de sizlere en güzel ve en ilgi çekici Ataol Behramoğlu Sözlerini derledik. Türkiye’nin gördüğü en iyi şair ve yazarlar içerisinde gösterilir ve günümüzde hatırı sayılır bir okuyucu kitlesi vardır. Yaşayan edebiyat efsanelerinden birisi olarak gösterilen Behramoğlu, kitaplarında ve eserlerinde kullanmış olduğu sözler ile birlikte insanlara çok ciddi bir yol gösterici olarak dikkat çekmiştir. Zamana bağlı olarak insanların sosyal medyada söz paylaşmaları ile birlikte Ataol Behramoğlu bir ardım daha ön plana çıkmıştır. Bizlerde sizlere aşağıda ünlü sanatçının en güzel sözleri derleme yoluna gittik. Şiir canlı bir organizmadır. Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı. Sigaranın şiirle alakası yok. Lisedeyken herkes gibi ben de sigara içerdim. Sonra baktım sigara içerken kafam iyice dumanlanıyor, e bu sefer de şiir yürümüyor; sigarayı bıraktım. Ama arada bir tüttürüyorum yine. Şair şiire karşı sorumludur. Nesir uçar, şiir kalır. İnsanın mucizesinin farkında olmayan, buna inanmayan kişi sanatçı olamaz. Şiir yazar belki ama şair olamaz. ence Türkiye’de gençler doğru eğitilmiyor. Gençlerin yetenekleri baskılanıyor, önleri kesiliyor. Bu yüzden gerçek niteliklerini ortaya çıkaramıyorlar. Ve cellat uyandı yatağında bir gece tanrım dedi bu ne zor bilmece öldükçe çoğalıyor adamlar ben tükenmekteyim öldürdükçe… Sevdiğim, Sonsuzca yitirdiğim ender çiçek, Geri kalan yılları ömrümün, Seni anımsamama yetmeyecek. Rüyalar bile geceleri bekler gizlice görünmek için. Yüreğimdesin, saklısında içimin gizlice sevgilim. Oysa insan olmak, çoğalabilmektir başkalarıyla. İnsansın; birinin canı yanarken, senin de canın yanıyorsa. Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir… Öğrendim ki. Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatını değiştirir. Öğrendim ki, Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız. Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz, Gerisini karşı tarafa bırakırsınız… Yaratıcılık bir cevherdir. Bu cevheri ortaya çıkarmak için eğitim gerekir. Örneğin Rusya’da Gorki Enstitüsü vardı -şimdi hâlâ var mı bilmiyorum-, bakarsanız birçok büyük Rus edebiyatçı bu enstitüde eğitim almıştır. Türkiye’de de Köy Enstitülerinin böyle bir özelliği vardı. Köy Enstitüleri olmasa Fakir Baykurt gibi yazarlar çıkmazdı. Yanıma gelip, “Dua diye bir şiirinizi okuduk, çok güzelmiş” diyorlar. Ama o şiiri ben yazmadım ki. İnternet’e biri yazmış, altına da adımı koymuş. Şiir değerlendirmesi şiirsel olmalıdır. Kuru analizler, ancak şiiri öldürmeye yarar. Şiir damıtılmış bir üründür. Bir şiirden, hatta bir dizeden esinle kitaplar yazılabilir. Gök sanki eriyecek mavilikten çimenler uykulu ve sıcak bir kadın geçiyor çıplak ayaklarını yüreğime basarak. Eskidenmiş sabredip murada ermek, Şeyhin kerametini bekleyerek. Öyle zamanlar yaşamaktayız ki dostum, Erdemdir bazen, sabretmemek. Dünyaya bir daha gelirsen nasıl bir hayat isterdin sorusuna kim ne derdi bilmiyo…rum ama, ben aynı ananın evladı olmak isterdim. Burjuvalar kocaman duvarlarla çevirmişler avlularını. Ama bir kiraz ağacı gördüm geçen gün, Dışarı uzatmıştı en çiçekli dalını. Evet haklısınız, erkekler bir odundur, çünkü hepsinin beklemekten ağaç olduğu bir sevgilisi olmuştur..! Anne gezindiğin bağ baba yaslandığın dağdır! Ömrümün en güzel çağı, annen ve babanla olandır. İsim nedir ki, Bulutlara yazılır geçer. Yüzüm nedir ki, Akar suya çizilir geçer… Ömür nedir ki, Kurulur bozulur geçer. Sevda nedir ki, Dokunursun süzülür geçer. Şiir nedir ki, Sezilir geçer. İnsan nedir ki, Bir şeylere sevinir, üzülür geçer. Öğrendik ki, İki şey asla terketmezmiş insanı Biri yanındaki ana, diğeri kalbindeki yara. Bence Türkiye’de gençler doğru eğitilmiyor. Gençlerin yetenekleri baskılanıyor, önleri kesiliyor. Bu yüzden gerçek niteliklerini ortaya çıkaramıyorlar. Vatan, bu ülkenin tepesine çöreklenmiş gerici, karanlık, emperyalizm işbirlikçisi güçlerden behemehal, mutlaka, kesinkes kurtulmalıdır ve kurtulacaktır. arih kuşkusuz ki birebir tekrar değildir. Aslında bu, her şeyin, bütün toplumsal ve kişisel olguların gerçeğidir. Fakat benzer koşulların benzer sonuçlar doğuracak olması da doğaldır. İster eğitimsizlik, ister töre baskısı, ister dinsel tutuculuk diyelim; hangi gerekçelerle açıklayıp anlamaya çalışırsak çalışalım; Türk erkeğinin ruhunun derinlerinde kadına karşı bu bir yanıyla hor görme, bir yanıyla dinmez aşağlık duygusunun, bu şiddet kullanma eğiliminin, bu akıl dışı korkunç hastalığın önü alınıp kökü kazınamadıkça, bu ülkenin mutluluk yüzü görebilmesi olanaksızdır… Hayvan kötülük olsun diye kötülük yapmaz. Kötülük olsun diye kötülük yapmak ve bu anlamıyla da ahlâksızlık insana özgüdür. İnsan yurdunu teninde duyarak yaşamalı. Oysɑ insɑn olmɑk, çoğɑlɑbilmektir bɑşkɑlɑrıylɑ. İnsɑnsın; birinin cɑnı yɑnɑrken, senin de cɑnın yɑnıyorsɑ. Anne gezindiğin bɑğ bɑbɑ yɑslɑndığın dɑğdır! Ömrümün en güzel çɑğı, ɑnnen ve bɑbɑnlɑ olɑndır. Ve kederi de yɑşɑmɑlısın, nɑmuslucɑ, bütün benliğinle çünkü ɑcılɑr dɑ, sevinçler gibi olgunlɑştırır insɑnı.
Fotoğraf VEDAT ARIKZINDANA DİRENMEK!“Bir ay ve birkaç gündür Kartal Maltepe Tutukevi’ndeyim. Aklımda günlük tutmak yoktu. Az önce Flaubert üstüne bir yazı okuyunca notlar almaktan kendimi alamadım yine.” Ataol Behramoğlu’nun Cezaevi Güncesi-Hapishanede Bir Sabah Türküsü Günceler 1 Nisan-Aralık 1982 böyle içeride nasıl yaşandığını düşünmekten alamaz insan kendini. Ben olsam ne yapardım diye geçirdiğim çok olmuştur içimden. Okumak, yazmak, kendi yalnızlığına kapanmak ne kadar olanaklıdır oralarda? Ayrıca bu gerçekten ozanı, yazarı, sanatçıyı oralara kapatanlar, tutukluların zamanlarını ne kadar alabilirler?İşte Ataol, kendinden zamanını alanların elinden aldıkları zamanı okuyarak yazarak onlara bırakmıyor. Dünyayla bağını sıkı tutarak zındana direniyor. Okuduklarını kendi içinde tartışıyor en çok. Cezaevindeki aydın takımının gerçek yüzünü de görerek, göstererek anlatıyor o karanlıktaki Yavuz’un Varlık dergisinde kendisiyle yapılan konuşmayı eleştiriyor. Şiirin oluşumunda etkin olan öğeleri tartışırken kendince bir yaklaşım getiren Hilmi Yavuz’un şu savına karşı çıkıyor “Şiirin kesinkes belirlemeseler bile benzetme ve iğretileme, dünyayı şiire dönüştürmede belirleyicilerdir bana göre.”Hilmi Yavuz’un “Düzyazının lojiği ile dünyanın lojiği arasında birebir tekabül ilişkisi varsa istenildiği kadar benzetmeye ve öteki söz sanatlarına başvurulsun, düzyazı lojiği içinde kalındıkça dünyanın olduğu gibi değil, olmadığı gibi yeniden kurulmasının mümkün olamayacağını düşünüyorum.” sözlerine de eleştirilerini, “Hilmi’yle taban tabana karşıt konumlardayız” diye sıralar Ataol EYLEMSİZ AYDINLAR!Cezaevine düşen yazarın en büyük dayanağı kitaplarla kalemidir kuşkusuz. Körleşme’yi okuyor Ataol. Bu kitaptan yaptığı alıntıyla içeride işkencelerden geçen Kien’i anlatır kısacık bir bölümde “Dövülüyor Kien, pataklanıyor, ayaklarla eziliyor. Alanın kısıtlı oluşu nedeniyle kendisine vuranların duyduğu doygunluk kısıtlı kalıyor. …”Burada cezaevlerinden dış dünyaya uzanan bir insanlık gerçeğini kendi gerçekliğine bağlı yorumluyor. Asıl yorum onun “Bireyci, eylemsiz aydınların en yüksek dozda eleştirilmesi. İnsanı öfkeyle, tiksintiyle dolduran aydın tipinin.” s. 12Eskiden okuduğu Ahmet Muhip Dıranas’ı, Orhan Veli’yi, Cahit Sıtkı Tarancı’yı, Turgut Uyar’ı yeniden okur. Bu şairlerle ilgili yargılarını da söyler. Çevirilerinde halk şiirinin örneğin Köroğlu özgün deyişlerini, sözlerini diline yerleştirmeye çalışır. SİNİR SAĞLAMLIĞI, DİSİPLİN, ÜRETİ!Şair, çevirmen, düşünür Ataol Behramoğlu içeri düşünce kendine bir izlence düzenler. Ona göre çalışır. “Sinir sağlamlığı, disiplin, üreti. 21 Ağustos 1982”Tutuklanan kişi insandır. Yakınları vardır. Dostları, sevdikleri, çocukları… 19 Nisan 1982’de şunları yazar “Bugün sevgili annemin ölümünün kaçıncı? 6. mı, 7. mi? yıldönümü. Bir anne gerçekten ölür mü? Babam ve Sevim Hanım ziyarete gelecekler. Ludmilla da. Bugün görüşme günü. Teyzemi sanırım kaybettik. Ağır hasta diyorlar. Annemden bir yadigârdı benim için. Ludmilla’nın test sonuçları iyi çıkmış. İkinci aydan gün alıyorum.”29 Nisan 1982’de “Artemio Cruz’u okuyorum, Bitirmeye az kaldı.” diye yazar. Aynı gün “Fuantes yaşamı ne güzel anlatıyor” diye not düşer. İngilizce çalışır. Poe’nun öykülerini kendi dilinden okur. “Atilla Josef, beni tutsak kılanlara bir zerresini bağışlamam yaşamak hakkımın, diye haykırıyordu …” diyen şaire yakınlık Mayıs 1982’de, “Dün yavrum geldi yine. Bu kez o istemiş gelmeyi. Bir kutu bisküvi gönderdim ona; tel örgü arkasından maymun gibi kemirdi. Bir ara kucağıma gelmek istedi yine… Tabii olanaksızdı. Ve görüşmenin sonuna doğru durgunlaştı yine…” der, okuyanın boğazına bir düğüm VE İNSANCA HER ŞEYE KARANLIK, ZAVALLI VE ALÇAK BİR DÜNYADAN SALDIRILAR İDDİANAME!21 Mayıs 1982’de, “Nâzım’ın büyüklüğünü bu koşullarda çok daha iyi kavrıyorum. Olağanüstü büyüklüğünü. Yarattığı mitos’u. 20. Yüzyılın en büyük, en gerçek, en ölümsüz destanıdır onun yaşamı ve şiiri.”28 Mayıs’ta Yılmaz Güney’in Cannes’da aldığı ödüle kendi almışçasına sevinir. 2 Haziran 1982’de, “Flaubert’in gücü Madam Bovary gerçekçiliğiyle şairce bir duyarlığı birleştirmesinden geliyor” diye hem yazarla hem romanla ilgili görüşünü açarak Haziran 1982’de, “İddianameyi okudum bitirdim. Aydınlık ve insanca olan her şeye karanlık, zavallı ve alçak bir dünyadan saldırılar. Yasalar ve hukukla da ilgisi.”10 Haziran’da, Kuşatmada kitabının toplatıldığını, Hükümeti ve emniyet kuvvetlerini aşağılama davasında da 1 yıla mahkum olduğunu öğrenir. “Bir günde iki haber birden. Eh fena değil.” der kendi arada dışarıda kitapları yayımlandıkça, şiirleri kimi korkusuz dergilerde çıktıkça da ferahlar. Bu gelişmeler ona güç verecektir. Hele 1 Kasım 1982’de yazdığı günlük onu dünyanın kucakladığı duygusu verecektir.“Bugün babamlar, sonra Ludmilla geldi. Asya-Afrika Yazarlar Birliği Lotus Ödülü’nün bana verilmiş olduğu haberi düş gibi bir şey… Bakalım yarın nasıl verilecek gazetelerde.” Bunu düşünmekte haklıdır şairimiz. Faşist generallerin rüzgârı kasıp kavurmaktadır ortalığı. Ne yapacakları belli olmaz!Cezaevi Güncesi tutuklu bir aydının okuyarak, yazarak, cezaevi avlusunda voleybol oynayarak, spor yaparak direnmesinin öyküsüdür. Bizim gibi ülkelerde yazan çizen, yazar, ozan, aydın kim varsa bu kitabı okumalıdır. Dilerim kimsenin yolu düşmez cezaevine ama yaşananlar hiçbir şeyin bizi şaşırtmayacağını Güncesi-Hapishanede Bir Sabah Türküsü Günceler 1 Nisan-Aralık 1982 / Ataol Behramoğlu / Tekin Yayınevi / 200 s. / 2022.
“Behramoğlu bir kavşak şairi. Hem kendi kültürü ve toprağına sıkı sıkıya bağlı, hem de derin donanımı ve deneyimiyle dünyaya açık bir şair. O, şiirinde bu özel konumdan kaynaklanan karşı çıkışları ve çelişkileri özümsemesini bilmiştir. Behramoğlu “dünyaları birleştiren”, “burada olan”la “uzakta olan”ı, “dün”le “bugün”ü kesiştiren bir şairdir. Bu açıdan Ataol’un şiirinin, Nâzım Hikmet, hatta bir ölçüde Kavafis ya da Ritsos gibi bizden önceki kuşakların şiiri ile, Batılı olmayan, örneğin benim kuşağımdan şairlerin şiirleri arasındaki geçişi anlamak açısından önemli bir kavşak olduğunu düşünüyorum.”Moez MajedTunuslu şair Moëz Majed 1973 sanatçı ve entelektüel bir çevrede büyüdü. Yaşam bilimleri biyoloji eğitimi gördü. Biyoteknoloji alanında yöneticilik yaptı. 2012’den itibaren kendisini tümüyle edebiyat çalışmalarına adadı. Majed ilk şiir kitabı “L’Ombre...la lumière”i 1997’de yayımladı. 2008’de “Les rêveries d’un cerisier en fleurs” adıyla yayımladığı ikinci kitabını, uluslararası tanınırlığına katkı yapan “L’Ambition d’un verger” 2010, “Gisants 2012, “Chants de l’autre rive” 2014 adlı şiir kitapları izledi. “Non loin de là” adlı şiir kitabı bu günlerde Fransa’da yayımlanacak. Frankofon bir şair olan Majed Müslüman Arab kültürel kimliğini dışlamadan evrensel bir şiire ulaşmayı amaçladı. Fransızca olarak yazdığı şiirleri Arapça, Rumence, Yunanca, İspanyolca, İtalyanca ve İngilizceye çevrildi. Majed’in Arap dünyası şairlerinden çevirdiği çok sayıda çeviri kitabı Arap kültürel kimliğini dışlamadan evrensel bir şiire ulaşmayı amaçlayan Tunuslu frankofon şair ve çevirmen Moëz Majed’in şiirleri çeşitli dünya dillerine çevrildi. Majed’in Arap dünyası şairlerinden Fransızcaya çevirdiği çok sayıda çeviri kitabı da bulunmaktadır. Kısa süre önce Ataol Behramoğlu’nun şiirlerini Fransızcaya çeviren Moez Majed ile şiir, Behramoğlu şiiri ve çeviri üzerine konuştuk. ATAOL İLE BİRLİKTE ÇALIŞTIK’- Çevirinizde kesinlik savında olmadan, her iki dilin biçim ve anlam özellikleri yanında, Behramoğlu’nun özgün yazımı ile şair Majed’in bireysel ifadesi arasında bir “orta yol“ arayışında oldunuz. Öncelikle, Ataol Behramoğlu’nun şiirlerini Fransızcaya çevirme isteğinin nasıl bir düşünceden doğduğunu, çevirinizin süreci ve önceki çeviri çalışmalarınızla ilgili bilgi verir misiniz?Her şeyden önce, bu kitaba gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür ederim. Bu çeviri projesinin kökeninde, bugün bizim için uzakta da kalmış olsa oldukça trajik bir öykü 2015 yılı Temmuz ayında Kolombiya’nın kuzeyindeki Medellin kentinde geçti. Burada, Uluslararası Şiir Festivali vesilesiyle Ataol Behramoğlu’yla karşılaştım. Kişisel bir sempati yanında, entelektüel bir yakınlık doğdu akşam diğer şairlerle birlikte bu kentteki bir Türk restoranından çıkarken, bir taksi Ataol Behramoğlu’na çarptı; bir an için çok korktuk, hayatından endişe ettik. Kentteki bir klinikte başucunda endişe içinde uykusuz bir gece geçirdim. Bu arada, kazayla ilgili olarak ailesini klinikte geçirdiği birkaç gün içinde, biz de onun kimi şiirlerini Fransızcaya çevirmeye koyulduk. O zaman kendi dilinde büyük bir şairle karşı karşıya olduğumu anladım. Ataol’un şiirsel söyleminin düzeyine çıkabilecek bir çeviriye ulaşamayacağımı hissetsem de, onun şiirini en iyi temsil eden örnekleri kendisiyle birlikte Fransızcaya çevirmek fikri doğdu ortak çalışma fikri nihayet 2019 yazında, tatilimi o muhteşem Foça kentinde geçirmeye karar verdiğimde hayata her gün bu çeviri üzerinde çalışmak için bir araya geldik. Uyguladığımız yöntem çok basitti Ataol düzgün bir Fransızcayla konuştuğu için, önce bana şiirlerini Türkçe okuyor, sonra her dizenin Fransızca anlamını, biçim özelliklerini ayrıntılı biçimde açıklıyordu. Ben de, ardından kendi sözcüklerim ve sözdizimimle imge, düşünce, olgu ya da olay olarak ifade edilmiş dizelerin anlamına uygun karşılığı bulmaya önce yaptığım Fransızca çeviri çalışmalarına gelince; Fransa’da Al Dante Yayınları’nda çıkan “Çağdaş Suudi Şiiri Antolojisi” adlı bir çeviri kitabım yayımlandı. Ayrıca, Tunus Radyosu’nda yaptığım bir edebiyat programı çerçevesinde, Majnun, Badr Chaker Assayeb Irak gibi Arap şairlerden çeviriler ile, bir Endülüs şiiri antolojisi Wallada, Ibn Zaydun, Lissanuddin Ibn Al Khatib yayımladım.ŞİİR ÇEVİRİSİNİN ŞAİR AYRICALIĞI OLDUĞUNU DÜŞÜNENLERDENİM’- En iyi şiir çevirilerinin şairler tarafından yapıldığı söylenir. Ancak, bu görüşün her zaman doğru olmadığına dair çok örnek var. Şair, çevirmen olunca kendi poetikasını dayatmak, “kendi şiirini yazmak” gibi bir tehlike ortaya çıkıyor. Çevirmen şair değilse, bu kez de çevirmene anlam aktarmasına odaklı düz, yavan bir nesir diliyle çevirdiği eleştirisi getiriliyor. Behramoğlu’nun şiirini çevirirken, çeviri stratejinizi belirleyen temel ilke ne oldu?Çok haklısınız. Şiir çevirisine girişmek gerçekten tehlikeli bir iş. Her taraftan tehlike gözetler sizi. Çevirmenin, şiiri fazlaca kendisine mal ederek, kendi şiirini yazma riski büyük olsa da, ben kendi payıma şiir çevirisinin bir “şair ayrıcalığı” olduğunu risk kanımca aşılamaz da değildir; yine de bu riskin, bir dilden diğerine anlamı aktarmakla yetinen düz, yavan bir nesir dili çevirisiyle karşılaşmaktan daha az zarar verici olduğunu söylemek payıma, en güzel Arap şiirlerini Fransızcaya çevirirken çarpıtan Oryantalistlerin çevirilerine karşı oldukça net bir tavır şiir çevirilerinin neredeyse tümü şairlerin yaptıkları çevirilerdir Baudelaire’in Edgar Allan Poe; Edgar Fitzgerald’in Ömer Hayyam; Philippe Jacottet’nin Ungaretti çevirileri böyledir. Kendimi böyle bir çizgi içine sokma cüretini göstermeden, Ataol Behramoğlu’nu çevirirken temel kaygımın Fransızca metnin her şeyden önce şiir olmasına özen göstermek olduğunu konuda kendi üzerimde uyguladığım tek baskı özgün şiirdeki anlamdan sapma hakkını kendimde görmemek sözcüğün tam olarak Fransızca karşılığını bulmak gibi bir çaba içinde olmaktan çok, Fransızca cümlelerin Türkçe cümlelerle aynı şeyi ifade etmesine çalıştım. Bunu yaparken, Fransızca yapının/metnin bütünlük içinde şiir olmasına özen gösterdim. ŞİİRİN ÇEVRİLMEZLİĞİ DÜŞÜNCESİNE KATILMIYORUM’- Genel planda şiirin çevrilmezliği sorununu, -özellikle de “anlam” ve “biçim”in ayrılmaz iç içeliğini bir yana bırakırsak, Behramoğlu’nun şiirinde çevrilmeye -yani bir anlamda “kaybolmama”ya-, en fazla direnen, hangi özellikleri oldu? Çeviri sırasındaki “kayıplar”ı telafi etmek için hangi yöntemlere başvurdunuz?Her şeyden önce, şiirin çevrilmezliği formülüne katılmadığımı özellikle belirtmeliyim. Aksi takdirde, daha başından şiir çevirme projemi terk etmek gibi ahlaki bir yükümlülük içine girmiş metinler olmadığını düşünüyorum; belki şöyle denebilir henüz çevirmenleriyle karşılaşmamış metinler şiir çevirisinin başarısı, genellikle çevrilen şiirin kendi dilinde başvurduğu estetik araçların niteliğine estetiği dilin müzikalitesine dayalı Verlaine’in şiirinde olduğu gibi bir şiirin çevirisi, güzelliğini imgelere, bir felsefeye ya da kimi kültürel referanslara borçlu bir düzyazı şiirden çok daha güç olacaktır. Ancak, günün birinde bir çevirmen-şairin bu metinlerle “ilişki”ye girmesi, bir başka dilin kapılarını açarak onları ötelere taşıma olasılığı her zaman çevirirken kimi zaman “kayıplar” olacaktır; ancak, yeni bir güzelliğin çevrilen şiirin yardımına gelmesi de olasıdır. Bu bir anlamda yeni ev sahibi dilin ona hoş geldin demesi çevirirken güçlük bazen sonelerde ya da uyaklı şiirlerdeki Türkçe müzikaliteden ileri geliyordu. Uygun düştüğünde, dizeleri Fransızca olarak uyaklı hale getirmek için özel bir dikkat kişisel olarak, her ne pahasına uyak aramaya da karşıyım. Çevirimde belirli bir müzikaliteyi yakalamak için uyak yokluğunu müzikal tınısı olan sözcükleri seçerek ve sözdizimini hafifleterek telafi etmeye çalıştım. Umarım TIRNAĞA BİR TÜRK ŞAİRİ- Bir şair bir insan başka bir dilde düşünebilir, ama anadilinde duyar... Çevirinizi okuduğumda, Fransız okurun kendi anadilinde “Fransız Behramoğlu”nu değil, “yabancı” bir şairi okuma hazzını tadacağını; her iki dil, her iki kültür arasında kurulan köprüler aracılığıyla hoşuna gidecek “yabancı” bir tad duyacağını; özel bir “koku”yu, olumlu anlamda çevirinin, başarılı bir “çevirinin kokusu”nu keşfedeceğini düşünüyorum. Bu konuda görüşlerinizi öğrenmek bir iltifat bu benim için. Ataol Behramoğlu Ataol Behramoğlu’dur. O tepeden tırnağa bir Türk şairdir. Çevirirken, onu bir “Fransız şair” yapmak ne büyük düş kırıklığı çeviride bağlandığım ilke şudur bir Fransız okurun hiçbir zaman herhangi bir “dil egzotizmi”, bir dil ağırlığı ya da kaynak dilden gelen bir sözdizim kusuru duymasını şiirleri okurken Fransız okurun bir tür şaşkınlıkla yüz yüze gelmesini beklerim bir yandan bu dilin yerli bir Fransızın dili kadar duru olması, diğer yandan duyarlılık, eşya ya da doğa algısı ya da toplumsal olguların farklılığı nedeniyle, bu dilin yansıttığı şeyin hiçbir biçimde bir Fransızın şiiri olmaması Behramoğlu’nun şiiri bu nedenle çekicidir; sonuçta, çevirim okurda bu ikiliği yaratıyorsa bahsimde başarılı olduğum söylenebilir belki.HİÇBİR ÇEVİRİ BİTMİŞ DEĞİLDİR!’- Kitabınızda yaptığınız gibi, çeviri metinle özgün metnin bir arada sunulması bir yandan çevirmenin yeteneği ve yaratıcılığını görmeyi olanaklı kılarken, bir yandan da, şiirin kuşkusuz buna çeviri şiir de dahil dil üzerinde yapılan bitimsiz bir çalışma olduğu gerçeği bağlamında diğer çeviri girişimlerini de teşvik etmektedir. Sizce “bitmiş” çeviri örnekleri var mıdır? Kitabınızda her iki metni birlikte sunarken, iyi bir çeviri yapmayı başardığınızdan nasıl emin olabiliyorsunuz?Hiçbir çeviri “bitmiş” değildir. Her zaman çevriyi iyileştirecek bir sözcük, bir söyleyiş, bir virgül olacaktır. Bunda utanılacak bir şey yok. Ben kendi kendimin acımasız kitaplarımdan birini her açtığımda bir dizenin, bir satırın içinde uygun olmayan bir kullanım, daha kötüsü bir hata gördüğümde içimi boğuntu kaplar. Bir çeviri kitabımın yeni baskısı söz konusu olduğunda, düzeltme önerilerini not almak için kalemi elimden eksik etmem. Bunun sağlıklı bir tavır olduğunu metni çeviri metinle yan yana koymaya gelince, bunun benim her zaman editörlerime yaptığım bir talep olduğunu belirtmeliyim. Yol açabileceği risklere karşın, bu konuda bugüne kadar onlardan hep olumlu cevap bir çeviri yaptığımdan nasıl emin olduğuma yönelik sorunuza gelince, vereceğim cevap elimden geleni en iyi biçimde yaptığımdan emin olmam’ biçiminde çevirmenin kendisini böyle ortaya sererken belirli bir değerlilik dozunun da olması gerekir. Yine de temellendirilmiş eleştiriler varsa, bunun çevirimi daha incelikli kılacağını, gelecekteki çevirilerime katkı yapacağını düşünürüm. DÜNYA, NAZIM HİKMET DIŞINDA TÜRK ŞİİRİNİ ÇOK AZ TANIYOR’- Umberto Eco, “Avrupa’nın dili, çevirinin dilidir” der. Bu sözü, “insanlığın dili, çevirinin dilidir” biçiminde söylemek yanlış olmaz kanımca. Bu bağlamda, çeviri yoluyla dünyaya açılan Behramoğlu’nun şiirini çağdaş dünya şiiri içinde nereye koyarsınız?Dünya, Nâzım Hikmet dışında Türk şiirini çok az tanıyor. Bu, temelde bir ilişki sorunudur. Dünya, özellikle de Batı diğer ulusların şiirlerini pek yıllar boyunca, çeviri köprüleri Oryantalistlerin tekelinde kaldı. Bu nedenle, kendi diline çevrilip basılmaya değer gördüğü eserleri hep Batılının kendisi belirledi. Çevrilen eserlerin büyük çoğunluğuna dikkatlice bakılırsa, bu seçimlerin Batı’nın Doğu kültürlerine bakışını yansıttığı görülecektirBin Bir Gece Masalları, Osmanlı sonrası huzursuzluklar ve Doğuluyu ve çevresini bugünün toplumlarıyla ilişkisi olmayan düşsel kurgularla takdim eden her türden eser...Edward Said’in “Oryantalizm”inde geliştirdiği de budur. Bu tespiti akılda tutunca, Ataol Behramoğlu’nun çağdaş dünya şiirindeki yerinin önemi daha iyi anlaşılıyor. Behramoğlu bir kavşak şairi. Hem kendi kültürü ve toprağına sıkı sıkıya bağlı, hem de derin donanımı ve deneyimiyle dünyaya açık bir şiirinde bu özel konumdan kaynaklanan karşı çıkışları ve çelişkileri özümsemesini bilmiştir.BEHRAMOĞLU, DÜNYALARI BİRLEŞTİREN BİR ŞAİR’Behramoğlu “dünyaları birleştiren”, “burada olan”la “uzakta olan”ı, “dün”le “bugün”ü kesiştiren bir şairdir. Bu açıdan Ataol’un şiirinin, Nâzım Hikmet, R. Tagore, hatta bir ölçüde Kavafis ya da Ritsos gibi bizden önceki kuşakların şiiri ile, Batılı olmayan, örneğin benim kuşağımdan şairlerin şiirleri arasındaki geçişi anlamak açısından önemli bir kavşak olduğunu Behramoğlu’nun şiirinin gelecekte Güney coğrafyasının edebiyat ürünlerinin daha iyi anlaşılmasına önemli katkı yapacağına inanıyorum. Bu nedenle, bu şiirin çevrilip Avrupa’da yayımlanması ve orada parlaması çok güney ve doğu kıyısı ülkelerinin edebiyatını tanıtma amacı güden çeviri seçimlerimi Batı’nın bizi görmek istediği biçimiyle değil, bizim kendimizi nasıl gördüğümüzden hareketle eseri Rabinranah Tagore’un kehanetinin somut bir ifadesidir “Biz, Doğu’nun hırpanileri bir gün tüm insanlık için özgürlüğü fethedeceğiz”.- Son bir soru yeni çeviri projeleriniz var mı? Örneğin, bir başka Türk şairini çevirmek gibi…Son zamanlarda üzerinde çalıştığım projeleri sonuçlandırdığım için, yeni çeviri projelerine yöneldim bir Arap-Endülüs şiir antolojisi çevirisi ile Badr Chaker Assayeb’in Modern Arap şiirinin öncüsü şiirlerinden seçkileri içeren bir çeviri kitabı hazırlıyorum. Türk şiiriyle ilgili olarak da, ilgimi çekecek, bende merak uyandıracak her türlü projeye katkı vermeye hazırım.
Bizim edebiyatımızda cesaret şiirleri denildiğinde aklıma en önce Şarkışlalı Âşık Serdari’nin “kısa çöp uzundan hakkın alacak” dizesinde ölümsüzleşen destan şiiri gelir… Sivas’ın Şarkışla ilçesinde 1834’te doğup 1918’de kimi kaynaklara göre 1921 ya da 22’de yaşamdan ayrılan Serdari, bu ünlü şiirinde 1886-87 yıllarındaki kuraklığı konu almış. Aşağıya giriş ve sonuç dörtlüklerini alacağım bu destan şiir, toplumsal adaletsizlik devam ettikçe bir cesaret ve isyan şiiri olarak gündemde kalmayı sürdürecektir… Nesini söyleyim canım efendim Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim Arzuhal eylesem deftere sığmaz Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim … Serdari halimiz böyle n’olacak Kısa çöp uzundan hakkın alacak Mamurlar yıkılıp viran olacak Akıbet dağılır ilimiz bizim Pir Sultan’ın, Veysel’in hemşerisi Serdari’nin kehaneti doğrulanmış, şairin seksen yılı aşkın ömrünün süreçlerinde parçalanıp dağılması süren Osmanlı Devleti, yine Serdari’nin tanık olduğu Balkan Savaşları ve İlk Dünya Savaşı’nın yıkımları sonucunda da tarih sahnesinden çekilmiştir.. *** Bizim halk şiirimizin, dilimize, siyasal ve yazınsal tarihimize özgü nedenlerle, dünya halk şiirinin en yüce doruğunda bulunduğundan kuşkum yoktur. “Ferman Padişahın, dağlar bizimdir” Dadaloğlu,18-19. yy. meydan okuyuşu, idam sehpasına giderken “Benden selam olsun ev külfetine/ Çıkıp ele karşı ağlamasınlar” Pir Sultan Abdal 15-16. yy. gibi bir sesleniş, “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” Köroğlu, 16. yy. gibi özdeyişsel dizeler, Türkçe ve şiir yaşadığı sürece var olmayı ve etkilerini sürdürecektir… *** Namık Kemal 1840-1888 benim her zaman en ön sıradaki şairlerim arasında olmuştur. Zalim avcıya hizmet etmekten köpekler zevk alır diyebilmek günümüzde de her babayiğidin harcı değildir… Ve çok zaman önce okuduğumdan bu yana hep ezberimdeki şu “rubai”ye bakın Zalim olsa ne rütbe bî-perva Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız Merkezi hâke atsalar da bizi Küreyi arzı patlatır çıkarız… Zalim ne kadar pervasız olursa olsun/ Yine zulmün temelini biz yıkarız/ Yerin dibine de atsalar bizi/ Yerküresini patlatır çıkarız. Böyle muhteşem dizelerin, bir insanın kaleminden çıkmış olduğuna insanın inanası gelmiyor… *** Ve Tevfik Fikret… Çağdaş şiirimizde cesaret ve isyan şiirinin en büyük öncüsü ve bence her anlamda gelmiş geçmiş en büyüğü İnsanlığı pâ-mâl eden çiğneyen, ayak altına alan alçaklığı yık ez Billah yaşamak yerde sürüklenmeye değmez *** “O duvar, o duvarınız, vız gelir bize vız” diye haykıran Nâzım’dan, “Yürü üstüne üstüne/Tükür yüzüne celladın” çağrısının sahibi Ahmed Arif’e; “Kızılırmak”ın şairi Hasan Hüseyin’den “Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara” dizesinin şairi Metin Demirtaş’a, “isyan” sözcüğünü günümüz şiirinde belki ilk kez ve defalarca kullanan Nihat Behram’a kadar, geçmişten bugünlere büyük bir cesaret ve isyan şiirleri ırmağı akıp gelir ve dünya şiir okyanusuna karışarak devam edecektir… Yazıyı iki alıntıyla tamamlayayım… İlki benden olsun Sesime kulak ver gülüm Tutsaklığa yeğdir ölüm Nerde varsa böyle zulüm Çaresi isyan olmuştur. Ve Leton şiirinin büyük ustası Yan Raynis’ten 1865-1929 dilimize çevirdiğim, “Gücümün Kaynağı” başlıklı evrensel bir cesaret ve isyan şiiri Umutsuzluk kaçar türkülerimden Ölüm orada yer bulmaz kendine Orada umut, direniş ve güç Ateş, inat ve öfke -Nasıl başardın bunu, şu günlerde Acı kapı kapı dolaşmadayken? -Gelecek düşüncesidir koruyan beni Emekçi halktır bana güç veren.
ataol behramoğlu en kısa şiiri